M. Hanifi KILIÇ
Siyah önlüklere beyaz yakaların takıldığı, okul kantinlerinde susamlı simit ve beyaz gazozun satıldığı yıllardı. En büyük zenginliğimiz babamızın verdiği okul harçlıklarını biriktirip simit gazoz keyfi yapmamızdı. Verilen günlük harçlıklara ya bir simit ya bir gazoz ediyordu. Bazen arkadaşımızla paramızı birleştirip alırdık. Mutluyduk…
Bazen de aç kalmayı göze alarak paramızı biriktir Yavuzlar İlkokulu’nun hemen yanındaki bisikletçi Şeker Ahmet’in bisikletleriyle 20 kuruşa tur atardık. Çoğu zaman karşı mesafeye daha yavaş gitmek için zikzaklar çizer kendimizce bilmem kaç saniye fazla binmiş sayılırdık. Pazar günleri 3 film birden oynatan Emek Sineması’na, yaz günleri ailece yazlık Melek Sineması’na giderdik. Mutluyduk…
Süper marketlerin henüz açılmadığı, kredi kartlarını geçmediği fakat babamızın bir selamıyla kabarmış veresiye defterine yeni bir sayfa açan Bakkal Celal’in, Bakkal Ahmet’in bizleri sevindirmek için elimize bir şeker verdiği o güzelim yıllar. Mutluyduk…
Kamyon şoförü olan Man Ali abinin başka şehirlere yük götürdüğü 10-15 gün gelmediği günlerde Fırıncı Ekrem’den şartsız, şurtsuz, kefilsiz, faizsiz borç alan Titrek Necla ablanın o muhteşem Antep Yuvalamasını, zeytinyağlı dolmalarını tattığımız ve asla unutmadığımız o bayram tadındaki yıllar. Mutluyduk…
Tramvayların, otobüslerin, dolmuşların, taksilerin bu kadar çok olmadığı, trafikte şoförlerin birbirine sopa çekmediği, park yeri yüzünden insanların birbirini öldürmediği yıllar. Bugün ancak eski Yeşilçam filmlerinde gördüğümüz o öksüren arabası çalışmadığında ‘’hele şuna bir el atın çocuklar’’ diyen Taksici Yaşar abinin “Hadi gelin sizi Yeşilsu’nun oraya kadar götüreyim” dediğinde arabadan indiğimizde yaşadığımız o mağrur yıllar. Kimin hastası olsa, kime araba lazım olsa giderdi Yaşar abi. Mahalleliden para aldığı daha duyulmamıştır. Teklif edenlere de “niye biz öldük mü gomşu, ayıb ediyn ha” diye söylerdi.
Askere giden biri olduğunda bütün mahalleli eğlence düzenler, askere gidecek olanın cebine bir şeyler koyarlardı.
Hele ki mahalleye yabancı biri gele, hele ki bizim mahalleden birine baksınlar. Rambo Bülent önüne çıkar, iki saat sorguya çekerdi. Cevapları beğenmezse iki tane çeker, “seni bir daha buralarda görmiycem, kaybol” der demez şimşek hızıyla kaçardı.
Hele o yün yıkama. Tam bir bayramdı. Bütün mahallenin Man Ali’nin kamyonuna sığdığı, Titrek Necla’nın kocasının yanına büyük bir gururla oturduğu, Guttuk Bayram’ın kemanına, Deve Zafer’in darbukasının eşlik ettiği o neşeli ve bir daha geri gelmeyecek yıllar.
Kapıların kitlenmediği, parklarda çocukların taciz edilmediği, Cumaları Ali Baba’ya adakların adandığı, Karpuzatan’a sahreye gittiği o masalımsı yıllar…
Gökçe Çıkmazı Sokağı’nda ilk kavgamızı yaptığımız, yar sevdiğimiz, yara aldığımız, yaraladığımız o ergen yıllar. Mutluyduk…
Mutluyduk sevgilinin elini tuttuğumuzda, mutluyduk dar sokaklarında yağmur altında yan yana, yana yana yürüdüğümüzde.
Ahh Kılınçoğlu…
Ahh çocukluğum, gençliğim, anılarım, belleğim.
Hayallerim, hayal kırıklıklarım, düşlerim.
Ahh Şeker Ahmet.
Ahh cennet mekan Babam Hacı Yasin, ağabeyim Mustafa, komşularımız Kemal Amca, Zeki Amca, Hattuç Bacı, Leyla Bacı, Nigar Abla, Terzi Sevim, Munire Teyze, Hamide Nine, Berber Ahmet, Muhtar Kazım, Mamet Amca, Ökkeş Emmi, Gülşah Bacı, Bakkal Celal, Bakkal Ahmet, Man Ali, Fırıncı Ekrem, Titrek Necla, Taksici Yaşar, Rambo Bülent, Guttuk Bayram, Deve Zafer, Sırık Ali, Deli Zennup, Sağır Ömer…
Ahh daha adını sayamadığım, unuttuklarım.
Artık sizin bıraktığınız o eski Antep yok. Sizin bıraktığınız o eski Kılınçoğlu yok. Biliyorum hepiniz Rahmet-i Rahmana kavuştunuz.
Artık o evler, o komşuluklar, o samimiyet, o güzellikler yok.
Hayalleriniz, umutlarınız, rüyalarınız, düşleriniz enkaz altında.
Bir mahalleyi yıkmak demek, bir ömrü yıkmakmış, birçok ömrü yıkmakmış.
Kalkın, kalkın da görün o güzelim mahallenin adeta savaştan çıkmış gibi halini. İdlib’i, Halep’i aratmayan enkazları, viraneleri…
Kalkın görün Bakkal Celal’in dükkanını.
Kalkın görün mahkemeye düşen Alamancı İbo’nun evini.
Kalkın görün madde bağımlılarının talan ettiği Rambo Bülent’in yalnızlığa terk edilmiş o güzelim Kılınçoğlu’nun boynu bükük halini…
İnsanların daha rahat koşullarda yaşaması amacını gütmesi gereken kentsel dönüşümün nasıl olup da kentsel zülüme dönüştüğünü…
Aman Allahım. okurken hüngür hüngür ağladım. annem, babam, mahallem, çocukluğum geldi aklıma. adeta benim çocukluğumu anlatmışsınız Hanifi bey. eminim kaç kişi böyle düşünmüştür.
eski antebi özledik.