Sezin KILIÇ
“Bana ve sana göre” deyişlerini sıklıkla duymuşuzdur.
Olay şu. Bir konu vardır ve bu konu üzerinde söz söyleme hakkı bulunan en az iki kişi tartışmaya başlar. Kesinlik söz konusu bulunmayan bu konu hakkında canımız neyi isterse söyleyebiliriz. Yoksa söyleyemez miyiz?
Bu noktada sanırım görecelik kavramı ortaya çıktı. İnsandan insana değişen diye tanımladığımız kavram aslında yine göreceli bir tanım. Yani biz insanlar görecelik diye bildiğimiz şeyi tanımlarken yine göreceli olarak tanımlamış oluruz. Yani bize uygun olan tanımı kullanırız.
Peki, görecelik kavramını insanlar neden kullanır? Yazının başında da dediğim gibi kesinliği muallâkta olan durumlarda sıklıkla başvurduğumuz bir kavram. İşin içine hele ki manevi kavramlar girmişse işte orda muhakkak “benceler” olacaktır.
Görecelik kavramı bana kalırsa küreselleşmeye karşı ortaya çıktı. Bir savunma mekanizması belki de tek düze devam eden bir hayata karşı çıkış. Belki de küreselleşmenin evveli görecelik kavramı oradaydı ve sadece köşeden bizi izliyor çizgilere basmamızı bekliyordu. Kesin doğruların olduğu bir dünya bize ne kadar katlanılmaz gelirdi bir düşünsenize…
Canının istediği değil ya da ne düşündüğün değil sadece doğruya tekabül eden şey neyse o kalıba girmek, onu yaşamak ve düşünmek. Görecelik iyidir, güzel bir reklam sloganı gibi dursa da özünde insanı insan yapan her şeyi barındır. Aşkı yaşayış biçiminden tutunda insanlara yaklaşım biçimimize ne yiyip ne giyeceğimize hangi işin bize uygun olduğuna ve daha milyonlarcasına. Göreceli kavramlar bazen hayatımıza renk katar.
Bazen de bu kavramlar yüzünden polemiklerle karşı karşıya kalırız…