Nurcan CEYRAN
Bu gün 14 Kasım Dünya Diyabet günü, diyabetli hastalara dikkat çekmek için belirlenen özel bir gün. Tâbi ne kadarımız bunun farkında ve bilincindeyiz o meçhul.. Ama farkındalık yaratmak için, diyabete dikkat çekmek için, çok cılız da olsa bir ses, eylem, yöntem elbette..
Ülkemizde, Diyabetli bir bireyin nasıl yaşaması gerektiği, neler yapıp neler yapmaması gerektiğini sadece doktorları ve kendisi bilmekte, halbuki en başta toplumumuz bu konuda bilinçlenmiş olsa belki hızla yayılan bu hastalığın önünü kesmek biraz olsun mümkün olurdu…
Toplum bilinci geliştiğinde hastalığa yakalanma oranı yüzde 50 den daha az bir seviyeye düşeceğine eminim ben…
Dikkat çekmek için duyarlılık günü oluşturmak, fakat herhangi bir etkinlik yapmadan sadece kutlamak ile olmuyor bu işler…
STK’lar, sağlık kuruluşları, bu hastalık ile mücadele eden hasta ve yakınları bir ses vermesi gerekmezmiydi?
Bir diyabetli olarak bana ilk tanı konulduğunda, doktorum beni DİYABET OKULU adı altında hastane içinde ayrılmış bir odada 5,10 kişilik bir sınıfta diyabet hemşiresinden, doğru ve yanlışları öğrendim…
O kadar çok problemli bir hastalık ki, öldürmüyor belki ama kontrol edilemediğinde resmen sürdürüyor aslında..
Ve bunun başlangıcı, tetiklemesi, sebepleri için hâlâ bir farkındalık oluşturulmadigi için giderek de çok daha fazla insanda şeker hastalığı nüksetmekte, sporsuz bir yaşam, aşırı kilo, düzensiz beslenme derken maalesef o korkunç gerçek ile yüzleşmek zorunda kalıyor insanlar..
Keşke diyabet olmadan önce, sağlıklı yaşam okulları olsa, sağlığımız ile oynadığımız her yanlışda bizi nelerin beklediginin görselini, eğitimini görebilsek…
Hastadan önce toplumun her kesimi bilinçlenmeli bu konuda, tıpkı ilk yardım eğitimi ne kadar önem arz ediyorsa diyabete müdahale de o kadar önemli olmalı…
hasta hipoglisemi yaşadığında, yani şekeri düştüğünde, ilk yardımin sadece sulu ve şekerli şeylerin gerekli olduğunu, yani bir bardak meyve suyu gibi basit bir müdahaleyi çoğu insan bilmez..
Stresin, çok yemenin , aşırı şekerli yemenin yada yeterli insülin almamanin da şeker komasına soktuğunu, bunun aşırı uyku, yorgunluk ve baygınlıkla kendini gösterdiği ardından şuur kaybını getirdiği bu hastalık, maalesef en yakınlarimiz tarafından bile tam olarak bilinmemek…
Bundan 4 yıl önce mavi plastik bileklikler görmüştüm üzerinde BEN DİYABETLİYİM yazan, nasıl takılır ki diye kendime sordum, sonra bir diyabetli olarak, şeker düşmesinde acil meyve suyu ver diyemeyecek duruma gelindiğinde, ilk müdahalede birilerinin fark edip yardımına sebep olacağını ben de yaşamadan bilemedim…
Bunlar için çok çalışmak gerekiyor gerçekten hemde çok, yine en büyük görev devletimize düşüyor…
Hastalığın artmaması için ön bilgilendirme ile hastalığı frenleme, hastalığa yakalanan kişilere ise destek en önemli görevi olmalı devletimizin…
Yurtdışı dışı ile kıyaslandığında bizim durumumuz içler acısı…
Şekeri ölçmek için kullandığımız uçlar, yani skrepler devletin yüzde 10 desteklediği kalanını hastanın ödediği miktar kutu başına 160-170 TL…
Sensör dediğimiz bir cihaz yani yapay pankreas, aslında tüm diyabetli hastalarda olmalı ve devlet bunun için tüm imkanlarını kullanmlı. Mini bir cep TLF gibi dışarda cepte yada kemere takılı bir alet, hastaların organlarını koruyup, hayati bir süreç yaşamasına izin vermeyen bu alet hastanın tüm organlarını koruyor, yani normal bir insan gibi şekeri seviyede tutup organ kayıplarına sebebiyet vermediği gibi, şekerin iniş ve çıkışlarında hasta için hayati bir sürece girmiyor… Bu aleti temin etmenin bedeli ortalama 80 bin evet maalesef bu kadar masraflı bir cihaz…
Devletimiz bu cihazları hastalara destek vererek dağıtmış olsa, belki diyaliz merkezleri olmayacak, bu hastalığın en başta sinir sistemlerini bozduğu nörolojik ve psikolojik sinir hasarları ile devlete yük çıkmayacak, kalp, beyin vs gibi bir çok bölüm diyabetin oluşturduğu yada oluşturabileceği zarar, zaman ve masrafı oluşturmayacak devlete…
Peki;
Devlet bu konuda destek veriyormu elbette HAYIR…
Fakat Avrupa’da insan hayatı herşeyden önce geldiği için, hastalığa tanı konulur konulmaz ilk iş sensör, sonrası hastalığın tüm giderleri ile tedavi süreci başlıyor…
Diyabetli bir hastanın sırf şekerini ölçmek için günde 10 defa, ayda 300 defa kendine iğne batırmak zorunda olduğunu biliyormuydunuz?
Peki ya, kendine insülin yapmak için günde 4 defa ayda 120 defa da karın, bacak,kol ve kalçasına iğne sapladığını biliyormusunuz?
İşte sensör olmuş olsaydı bu işkence ortadan kalkmış olacaktı..
Diyabetlilerin en hassa yerleri belki de şeker ölçtükleri parmak uçları,
Bu yüzden bu dünyada bir diyabetlinin en çok parmak uçlarını sevin, çünkü en çok yara alan, ızdırap çeken, ve hergun kanayan tek uzuvları orası parmak uçları..
14 Kasım’ın en önemli özelliği, geçen yüzyılın başlarında (1921) insülini bularak insanlara yaşamlarını armağan eden Kanadalı doktor Frederick Banting’in doğduğu gün aslında…
Ona saygının, sevginin ve minnettarligin bir ifadesi olarak 1991’den bu yana Dünya Diyabet Federasyonu 14 Kasım’ı “Dünya Diyabet Günü” olarak kutlanmakta…
14 Kasım Dünya diyabet gününün simgesi MAVİ YUVARLAK HALKA.
Dünya diyabetliler haftası olarak bu hafta her yer mavi olsun isterdim, mavi Umut, halka ise birlik beraberliği temsil etmekte…
Umudumuz sağlıklı ve uzun yaşamak olsun, birlik beraberlikle geçen günlerimiz, bizi ve tüm hastalıkların sahibi hastaların duygularını anlayan anlayışlı bir toplum olmamız tüm dileğimiz…
Bu özel günü tüm yüreğimle kutluyorum, kısa ve küçük başlıklarla değinmeye çalıştığım, eksikler ve gerekli destekler için, ülkemizin sayın yöneticilerinden bu konulara biraz olsun eğilmelerni temenni ediyorum…
Öncelikle, Tüm diyabetli çocuklarımızın parmak uçlarından öpüp, ve bu hastalık ile mücadele veren benim gibi tüm hastaların Dünya diyabet gününü SAĞLIKLI GEÇİRMELERİ temennisi ile tüm içtenliğim ile Dünya Diyabet Gününüzü kutluyorum…